efendimizaleyhisselam

Aşağıdaki yazılar, (Mir’ât-ı Kâinât) kitâbından alınmışdır. Bu kitâbda, mu’cizelerin çoğunun kaynakları da bildirilmiş ise de, biz bu kaynakları yazmadık. Mu’cizelerin çoğunu da kısaltarak yazdık.

Muhammed aleyhisselâmın hak Peygamber olduğunu bildiren şâhidler pek çokdur. Allahü teâlâ, (Sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım) buyurdu. Bütün varlıklar, Allahü teâlânın varlığını, birliğini gösterdikleri gibi, Muhammed aleyhisselâmın hak Peygamber olduğunu ve üstünlüğünü de göstermekdedirler. Ümmetinin Evliyâsında hâsıl olan kerâmetler, hep Onun mu’cizeleridir. Çünki, kerâmetler, Ona tâbi’ olanlarda, Onun izinde gidenlerde hâsıl olmakdadır. Hattâ, bütün Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, Onun ümmetinden olmak istedikleri için, dahâ doğrusu, hepsi Onun nûrundan yaratıldıkları için, Onların mu’cizeleri de Muhammed aleyhisselâmın mu’cizelerinden sayılır. Bu sözümüzü İmâm-ı Busayrînin [Muhammed Busayrî, 695 [m. 1295] de Mısrda vefât etdi.(Kasîde-i Bürde)si çok güzel dile getirmekdedir.

Muhammed aleyhisselâmın mu’cizeleri, zemân bakımından üçe ayrılmışdır:

Birincisi, mübârek rûhu yaratıldığından başlayarak, Peygamberliğinin bildirildiği (bi’set) zemânına kadar olanlardır.

İkincisi, bi’setden vefâtına kadar olan zemân içindekilerdir.

Üçüncüsü, vefâtından kıyâmete kadar olmuş ve olacak şeylerdir.

Bunlardan birincilere, (İrhâs) ya’nî, başlangıçlar denir. Her biri de ayrıca görerek veyâ görmeyip akl ile anlaşılan mu’cizeler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bütün bu mu’cizeler o kadar çokdur ki, saymak mümkin olmamışdır. İkinci kısmdaki mu’cizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmişdir. Bunlardan meşhûr olan seksenaltı adedini aşağıda bildireceğiz.

1 — Muhammed aleyhisselâmın mu’cizelerinin en büyüğü Kur’ân-ı kerîmdir. Bugüne kadar gelen bütün şâirler, edebiyyâtçılar, Kur’ân-ı kerîmin nazmında ve ma’nâsında âciz ve hayrân kalmışlardır. Bir âyetin benzerini söyliyememişlerdir. İ’câzı ve belâgati insan sözüne benzemiyor. Ya’nî, bir kelimesi çıkarılsa veyâ bir kelime eklense, lafzındaki ve ma’nâsındaki güzellik bozuluyor. Bir kelimesinin yerine koymak için, başka kelime arayanlar bulamamışlardır. Nazmı arab şâirlerinin şi’rlerine benzemiyor. Geçmişde olmuş ve gelecekde olacak nice gizli şeyleri haber vermekdedir. İşitenler ve okuyanlar, tadına doyamıyorlar. Yorulsalar da, usanmıyorlar. Okuması veyâ dinlemesi, sıkıntıları giderdiği sayısız tecribelerle anlaşılmışdır. İşitenlerden kalblerine dehşet ve korku çökenler, bu sebebden ölenler bile görülmüşdür. Nice azılı islâm düşmanları, Kur’ân-ı kerîmi dinlemekle, kalbleri yumuşamış, îmâna gelmişlerdir. İslâm düşmanlarından ve muattala, melâhide ve karâmita denilen müslimân ismini taşıyan zındıklardan Kur’ân-ı kerîmi değişdirmeğe, bozmağa ve benzerini söylemeğe çalışanlar olmuş ise de hiçbiri, arzûlarına kavuşamamışdır. Tevrât ve İncîl ise, insanlar tarafından her zemân değişdirilmiş ve yine değişdirilmekdedir. Bütün ilmler ve tecribe ile bulunamıyacak güzel şeyler ve iyi ahlâk ve insanlara üstünlük sağlıyan meziyyetler ve dünyâ ve âhiret se’âdetine kavuşduracak iyilikler ve varlıkların başlangıcı ve sonu hakkında bilgiler ve insanlara fâideli ve zararlı olan şeylerin hepsi Kur’ân-ı kerîmde açıkça veyâ kapalı olarak bildirilmişdir. Kapalı olanlarını, erbâbı anlayabilmekdedir. Semâvî kitâbların hepsinde, Tevrâtda, Zebûrda ve İncîlde bulunan ilmlerin ve esrârın hepsi Kur’ân-ı kerîmde bildirilmişdir. Kur’ân-ı kerîmde mevcûd ilmlerin hepsini ancak Allahü teâlâ bilir. Çoğunu sevgili Peygamberine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bildirmişdir. Alî ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhümâ” bu ilmlerden çoğunu bildiklerini haber vermişlerdir. Kur’ân-ı kerîmi okumak çok büyük bir ni’metdir. Allahü teâlâ, bu ni’meti Habîbinin ümmetine ihsân etmişdir. Melekler bu ni’metden mahrûmdurlar. Bunun için, Kur’ân-ı kerîm okunan yere toplanıp dinlerler. Bütün tefsîrler, Kur’ân-ı kerîmdeki ilmlerden çok azını bildirmekdedirler. Kıyâmet günü, Muhammed aleyhisselâm minbere çıkıp Kur’ân-ı kerîm okuyunca, dinleyenler bütün ilmlerini anlayacaklardır.

2 — Muhammed aleyhisselâmın meşhûr mu’cizelerinin en büyüklerinden birisi de, ayı ikiye ayırmasıdır. Bu mu’cize, başka hiçbir Peygambere nasîb olmamışdır.

Muhammed aleyhisselâm elliiki yaşında iken, Mekkede Kureyş kâfirlerinin ele-başları yanına gelip, (peygamber isen ayı ikiye ayır) dediler. Muhammed aleyhisselâm, herkesin ve hele tanıdıklarının, akrabâsının îmân etmelerini çok istiyordu. Ellerini kaldırıp düâ etdi. Allahü teâlâ, kabûl edip, ayı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, diğer yarısı başka dağın üzerinde göründü. Kâfirler, Muhammed bize sihr yapdı dediler. Îmân etmediler. Şi’r:

Köpek, aya bakınca havlar,

Ayın bunda ne kusûru var, 

Köpekler, her zemân havlar.

Beyt:

Ağız tadının kaçması, hastalığı bildirir.

En lezzetli şerbetler hastaya acı gelir.

3 — Muhammed aleyhisselâm, ba’zı gazâlarında, susuz kalındığı zemân, mübârek elini bir kabdaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devâmlı taşmışdır. Ba’zan seksen, ba’zan üçyüz, ba’zan binbeşyüz, Tebük Gazâsında ise, yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübârek elini sudan çıkarınca akması durmuşdur.

4 — Birgün amcası Abbâsın evine gidip, onu ve evlâdını yanına oturtup, üzerlerini ihrâmı ile örterek, (Yâ Rabbî! Bu benim amcam ve babamın kardeşidir. Bunlar da benim ehl-i beytimdir. Şu örtümle onları örtdüğüm gibi, Sen de Cehennem ateşinden kendilerini ört, koru!) buyurdu. Duvarlardan üç kerre âmîn sesi işitildi.

5 — Birgün, kendisinden mu’cize isteyenlere karşı, uzakdaki bir ağacı çağırdı. Ağaç, köklerini sürüyerek gelip selâm verip, (Eşhedü en lâilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûluh) dedi. Sonra, gidip yerine dikildi.

6 — Hayber gazâsında, önüne zehrlenmiş koyun kebâbı koyduklarında, (Yâ Resûlallah! Beni yime, ben zehrliyim) sesi işitildi.

7 — Birgün, elinde put bulunan kimseye, (Put bana söylerse, îmân eder misin?) dedi. Adam, ben buna elli senedir ibâdet ediyorum. Bana hiçbir şey söylemedi. Sana nasıl söyler? dedi. Muhammed aleyhisselâm, (Ey put ben kimim?) deyince, (Sen Allahın Peygamberisin) sesi işitildi. Putun sâhibi, hemen îmâna geldi.

8 — Medînede, mescid-i nebevîde dikili bir hurma kütüğü vardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Buna Hannâne denirdi. Minber yapılınca, Hannânenin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, bütün cemâ’at işitdiler. Minberden inip, Hannâneye sarıldı. Sesi kesildi. (Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyâmete kadar ağlardı) buyurdu.

Böyle mu’cizeler çok görülmüş ve haber verilmişdir.

9 — Eline aldığı çakıl taşlarının ve tutduğu yemek parçalarının arı sesi gibi, Allahü teâlâyı tesbîh etdikleri çok görülmüşdür.

10 — Bir kâfir gelip, Senin Peygamber olduğunu ben nerden bileyim? dedi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Şu hurma ağacındaki salkımı çağırsam, o da gelse îmân eder misin?) buyurdu. Kâfir, evet îmân ederim dedi. Resûlullah hurma salkımını çağırdı, sıçrayarak geldi. Resûlullah, (Yerine git!) buyurdu. Ağaçdaki yerine çıkıp asıldı. Bunu gören kâfir îmân etdi.

11 — Mekkede birkaç kurt bir sürüden koyun kapıp götürdüler. Çoban hücûm edip, kurtardığında, kurtların birisi, Allahü teâlânın gönderdiği rızkımızı elimizden alırken, Allahü teâlâdan korkmadın mı? dedi. Çoban, (Çok şaşırdım, kurt konuşur mu?) deyince, kurt, (Bundan dahâ şaşılacak şeyi haber vereyim mi? Medînede Allahü teâlânın Peygamberi olan Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mu’cizeler gösteriyor) dedi. Çoban gelip bunu Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” anlatdı ve müslimân oldu.

12 — Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bir çayırda giderken, üç kerre, yâ Resûlallah sesini işitdi. O tarafa bakıp, bağlı bir geyik gördü. Yanında bir adam uyuyordu. Geyiğe ne istediğini sordu. O da, (Bu avcı beni avladı. Karşıki tepede iki yavrum var. Beni salıver! Gidip, onları emzirip geleyim) dedi. Resûl aleyhisselâm, (Sözünü tutar mısın, gelir misin?) dedi. (Allahü teâlâ için söz veriyorum, gelmezsem Allahü teâlânın azâbı benim üzerime olsun) dedi. Resûlullah, geyiği bırakdı. Biraz sonra geldi. Resûlullah onu bağladı. Adam uyanıp, (Yâ Resûlallah, bir emrin mi var) dedi. (Bu geyiği âzâd et!) buyurdu. Adam geyiğin ipini çözüp bırakdı. Geyik sevincinden iki ayağını yere vurup, (Eşhedü en lâilâhe illallah ve enneke Resûlullah) dedi ve gitdi.

13 — Birgün, bir köylüyü îmâna da’vet etdi. Müslimân bir komşumun vefât etmiş kızını diriltirsen, îmân ederim dedi. Mezârına gitdiler. İsmini söyleyerek kızı çağırdı. Kabr içinden ses işitildi ve dışarı çıkdı. (Dünyâya gelmek ister misin?) buyurdu. (Yâ Resûlallah! Dünyâya gelmek istemem. Burada babamın evindekinden dahâ râhatım. Müslimânın âhireti, dünyâsından dahâ iyi) dedi. Köylü bunu görünce, hemen îmâna geldi.

14 — Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” bir koyun pişirdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı ile yidiler. (Kemiklerini kırmayınız!) buyurdu. Kemikleri toplayıp, mübârek ellerini üstüne koyup düâ etdi. Allahü teâlâ koyunu diriltdi.

15 — Resûlullaha, büyüdüğü hâlde hiç konuşmayan bir çocuk getirdiler. (Ben kimim?) diye sordu. Sen Resûlullahsın diye cevâb verdi. Ölünceye kadar konuşdu.

16 — Bir kimse, yılan yumurtasına basarak iki gözü görmez oldu. Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” getirdiler. Mübârek tükrüğünden gözlerine sürmekle görmeğe başladı. Hattâ seksen yaşında olduğu halde, iğneye iplik geçirirdi.

17 — Muhammed bin Hâtib diyor ki, küçük idim. Üstüme kaynar su döküldü. Vücûdum yandı. Babam Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” götürdü. Mübârek elleri ile, tükürüğünü yanan yerlere sürdü ve düâ buyurdu. Hemen yanıklar iyi oldu.

18 — Bir kadın, bir kel oğlunu getirdi. Resûlullah, mübârek elleri ile başını sıvadı. Şifâ buldu. Saçları uzamağa başladı.

19 — Tirmüzî ve Nesâînin (Sünen) kitâblarında diyor ki, iki gözü a’mâ bir kimse gelip, yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”! Allahü teâlâya düâ et, gözlerim açılsın dedi. (Kusûrsuz bir abdest al! Sonra Yâ Rabbî! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselâmı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselâm! Seni vesîle ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hâtırın için kabûl etmesini istiyorum. Yâ Rabbî! Bu yüce Peygamberi bana şefâatcı eyle! Onun hurmetine düâmı kabûl et!) düâsını okumasını söyledi. Adam, abdest alıp düâ etdi. Hemen gözleri açıldı. Bu düâyı müslimânlar, her zemân okumuşlar ve maksadlarına kavuşmuşlardır.

20 — Ebû Tâlib ile bir çölde gidiyordu. Ebû Tâlib, çok susadığını söyledi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, hayvandan yere inip, (Susadın mı?) buyurdu ve mübârek ayaklarının ökçesini yere vurdu. Su fışkırdı. (Amcam, bu sudan iç!) buyurdu.

21 — Hudeybiye gazâsında suyu az kuyunun yanına kondular. Asker susuzlukdan şikâyet etdiler. Bir kova su istedi, içinden abdest alıp ve tükürüp, bunu kuyuya dökdürdü. Bir ok alıp, kuyuya atdı. Kuyunun ağzına kadar su ile dolduğunu gördüler.

22 — Bir gazâda, asker susuzlukdan şikâyet etdi. Resûl aleyhisselâm, iki askeri su aramağa gönderdi. İki kırba dolusu su ile deve üstünde bir kadını gördüler, getirdiler. Resûl aleyhisselâm, kadından bir mikdâr su istedi. Bir kap içine dökdürdü. Bütün asker gelip, sıra ile kaplarını, tulumlarını doldurdular. Kadına bir mikdâr hurma verip su tulumlarını da doldurdular. (Senin suyundan eksiltmedik. Bize suyu Allahü teâlâ verdi) buyurdu.

23 — Medînede, minberde hutbe okurken, bir kimse, yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”! Susuzlukdan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helâk oluyor. İmdâdımıza yetiş dedi. Ellerini kaldırıp, düâ eyledi. Gökde hiç bulut yokken, mubârek ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Hemen yağmur başladı. Birkaç gün devâm etdi. Yine minberde okurken, o kimse, yâ Resûlallah! Yağmurdan helâk olacağız deyince, Resûl aleyhisselâm, tebessüm etdi ve (Yâ Rabbî! Rahmetini başka kullarına da ihsân eyle!) buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş göründü.

24 — Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki, çok borcum vardı. Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdim. Bağçeme gelip, hurma yığınının etrâfında üç kerre dolaşdı. (Alacaklılarını çağır, gelsinler!) buyurdu. Her birine hakları verildi. Yığından birşey eksilmedi.

25 — Bir kadın, hediyye olarak bal gönderdi. Balı kabûl edip, boş kabı geri gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek, yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”! Hediyyemi niçin kabûl etmediniz? Acaba günâhım nedir? dedi. (Senin hediyyeni kabûl etdik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyyene verdiği bereketdir) dedi. Kadın çocukları ile aylarca yidiler. Hiç eksilmedi. Birgün yanılarak balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdiler. (Gönderdiğim kabda kalsaydı, dünyâ durdukca yirlerdi, hiç eksilmezdi) buyurdu.

26 — Ebû Hüreyre diyor ki, Resûlullaha birkaç hurma getirdim. Bunlara bereket verilmesi için düâ etmesini söyledim. Bereketli olmaları için düâ buyurdu ve, (Bunları al, kabına koy. Ondan almak istediğin zemân elinle içinden al, boşaltıp da, yerden alma!) buyurdu. Hurmaların bulunduğu çantamı gece gündüz yanımdan ayırmayıp, Osmân “radıyallahü anh” zemânına kadar hep yidim. Yanımdakilere de yidirdim ve avuç doluları sadaka verdim. Osmân “radıyallahü anh”ın şehîd olduğu gün çantam zâyi’ oldu.

27 — Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Süleymân “aleyhisselâm” gibi bütün hayvanların dilinden anlardı. Gelerek sâhibinden veyâ başkalarından şikâyet eden hayvanlar çok görüldü. Resûlullah bunu Eshâb-ı kirâma haber verirdi. Huneyn gazâsında, binmiş olduğu (DÜLDÜL) ismindeki ak katıra (Yere çök) dedi. Düldül, hemen çökünce, yerden bir avuç kum alıp, kâfirlerin üzerine saçdı.

28 — Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” gaybdan haber verdiği çok görüldü. Bu mu’cizesi üç kısmdır:

Birinci kısmı, kendi zemânından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki, bunlara verdiği cevâblar, çok kâfirlerin, katı kalbli düşmânlarının îmâna gelmelerine sebeb olmuşdur.

İkinci kısmı, kendi zemânında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.

Üçüncü kısmı, kendisinden sonra kıyâmete kadar dünyâda ve âhiretde olacak şeyleri bildirmesidir. Burada ikinci ve üçüncü kısmlardan birkaçı aşağıda bildirilecekdir.

[İslâma da’vetin başlangıcında, müşriklerin eziyyetlerinden, sıkıntılarından dolayı, Eshâb-ı kirâmın bir kısmı Habeşistâna hicret etmişlerdi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Mekke-i mükerremede kalan Eshâb-ı kirâmla berâber, üç sene her dürlü görüşme, alış-veriş yapma, müslimânlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün ictimâî muâmelelerden men’ olundular. Kureyş müşrikleri, bu karâr ve ittifâklarını bildiren bir ahdnâme yazarak, Kâ’be-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan Allahü teâlâ (Arza) denilen bir çeşid kurdu [ağaç kurdu] o vesîkaya musallat etdi. Yazılı bulunan (Bismikellahümme = Allahü teâlânın ismi ile) ibâresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yidi, bitirdi. Allahü teâlâ bu hâli Cibrîl-i emîn vâsıtası ile Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdi. Peygamberimiz de “sallallahü aleyhi ve sellem” bu hâli amcası Ebû Tâlibe anlatdı. Ertesi gün, Ebû Tâlib müşriklerin ileri gelenlerine gelerek, Muhammedin Rabbi ona şöyle haber vermiş. Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp, eskiden olduğu gibi dolaşmalarına, başkaları ile görüşmelerine mâni’ olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de Onu artık himâye etmiyeceğim, dedi. Kureyşin ileri gelenleri, bu teklîfi kabûl etdiler.

Herkes toplanarak Kâ’beye geldiler. Ahdnâmeyi Kâ’beden indirerek açdılar ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurduğu gibi, (Bismikellahümme) ibâresinden başka, bütün yazıların yinilmiş olduğunu gördüler.]

Acem pâdişâhı Hüsrevden Medîneye elçiler geldi. Bir gün, bunları çağırıp, (Bu gece, Kisrânızı kendi oğlu öldürdü) buyurdu. Bir müddet sonra, oğlunun babasını öldürdüğü haberi geldi. [Îrân şâhlarına Kisrâ denir.]

29 — Birgün, zevcesi Hafsaya “radıyallahü anhâ”, (Ebû Bekr ile baban, ümmetimin idâresini ellerine alacaklardır) buyurdu. Bu sözle Ebû Bekrin ve Hafsanın babası olan Ömerin “radıyallahü anhüm” halîfe olacaklarını müjdeledi.

30 — Ebû Hüreyreyi “radıyallahü teâlâ anh” Medînede, zekât olarak gelmiş olan hurmaların muhâfazasına me’mur etmişdi. Bir kimseyi hurma çalarken yakaladı. Seni Resûlullaha götüreceğim dedi. Hırsız, fakîrim, çoluğum çocuğum çokdur diyerek yalvarınca, bırakdı, Ertesi gün, Resûlullah Ebû Hüreyreyi çağırıp, (Dün gece bırakdığın adam ne yapmışdı?) dedi. Ebû Hüreyre anlatınca, (Seni aldatmış. Yine gelecekdir) buyurdu. Ertesi gece yine geldi ve yakalandı. Tekrâr yalvarıp, Allah aşkına bırak dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece, tekrâr gelip yakalanınca, yalvarmaları fâide vermedi. Beni bırakırsan, birkaç şey öğretirim, sana çok fâidesi olur, dedi. Ebû Hüreyre kabûl etdi. Gece yatarken, (Âyetel kürsî)yi okursan Allahü teâlâ seni korur, yanına şeytân yaklaşmaz dedi ve gitdi. Ertesi gün, Resûlullah, Ebû Hüreyreye tekrar sorup cevâb alınca, (Şimdi doğru söylemiş. Hâlbuki kendisi çok yalancıdır. Üç gecedir kiminle konuşduğunu biliyor musun?) dedi. Hayır bilmiyorum deyince, (O kimse şeytân idi) buyurdu.

31 — Rum İmperatorunun orduları ile harb için (Mûte) denilen yere asker gönderdikde, sahâbeden üç emîrin arka arkaya şehîd olduklarını, kendisi, Medînede minber üzerinde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi.

32 — Mu’az bin Cebeli “radıyallahü teâlâ anh” vâlî olarak Yemene gönderirken, Medînenin dışına kadar uğurlayıp ona çok nasîhatlar verdi. (Seninle kıyâmete kadar artık buluşamayız) dedi. Mu’az Yemende iken Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Medînede vefât etdi.

33 — Vefât ederken, kızı Fâtımaya, (Akrabâm arasında bana evvelâ kavuşan sen olacaksın) dedi. Altı ay sonra Fâtıma “radıyallahü anhâ” vefât etdi. Akrabâsından ondan evvel kimse vefât etmedi.

34 — Kays bin Şemmasa “radıyallahü anh”, (Güzel olarak yaşarsın ve şehîd olarak ölürsün) buyurdu. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” halîfe iken Yemâmede Müseylemet-ül-Kezzâb ile yapılan muhârebede şehîd oldu. 

Ömer-ül-Fârûkun ve Osmânın ve Alînin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” şehîd olacaklarını dahî haber verdi.

35 — Acem pâdişâhı Kisrânın ve Rum pâdişâhı Kayserin memleketlerinin müslimânların eline geçeceğini ve hazînelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi.

36 — Ümmetinden çok kimsenin denizden gazâya gideceklerini ve sahâbeden olan Ümmü Hirâmın “radıyallahü teâlâ anhâ” o gazâda bulunacağını haber verdi. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” halîfe iken müslimânlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harb etdiler. Bu hanım da berâber idi. Orada şehîd oldu.

37 — Resûl aleyhisselâm birgün yüksek bir yerde oturuyordu. Yanındakilere dönerek, (Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz? Yemîn ederim ki, evlerinizin arasında, sokaklarda meydâna gelecek fitneleri görüyorum) buyurdu. Osmânın “radıyallahü anh” şehîd edildiği günlerde ve sonra Yezîd zemânında, Medînede büyük fitneler meydâna geldi. Sokaklarda çok kimselerin kanı döküldü.

38 — Birgün kendi zevcelerinden birinin halîfeye karşı isyân edeceğini haber verdi. Âişe “radıyallahü teâlâ anhâ” bu söze gülünce, (Yâ Hümeyrâ! Bu sözümü unutma! Bu kadın sen olmayasın) buyurdu. Sonra, Alîye “radıyallahü anh” dönüp, (Bunun işi senin eline düşerse, kendisine yumuşak davran!) dedi. Otuz sene sonra, Âişe “radıyallahü anhâ”, Alî “radıyallahü anh” ile harb etdi ve ona esîr düşdü. Alî “radıyallahü anh”, Onu ikrâm ve ihtirâm ile Basradan Medîneye gönderdi.

39 — Mu’âviyeye “radıyallahü anh” [Mu’âviye, 60 [m. 680] de Şâmda vefât etdi.], (Birgün ümmetimin üzerine hâkim olursan iyilik yapanlara mükâfât et! Kötülük edenleri de afv eyle!) buyurdu. Mu’âviye “radıyallahü anh”, Osmân ve Alî “radıyallahü anhüm” zemânlarında Şâmda yirmi sene vâlîlik, sonra yirmi sene de halîfelik yapdı.

40 — Birgün, (Mu’âviye hiç mağlûb olmaz) buyurdu. Alî “radıyallahü teâlâ anh”, Sıffîn muhârebesinde, bu hadîsi işitince, eğer önceden işitseydim, Mu’âviye ile “radıyallahü teâlâ anh” harb etmezdim, dedi.

41 — Ammar bin Yâsere “radıyallahü teâlâ anh”, (Seni bâgî, âsî olan kimseler öldürecekdir) buyurdu. Alî “radıyallahü anh” ile birlikde, Mu’âviyeye “radıyallahü anh” karşı harb ederken şehîd oldu.

42 — Kızı Fâtımanın oğlu Hasen “radıyallahü teâlâ anhümâ” için, (Bu oğlum çok hayrlıdır. Allahü teâlâ, müslimânlardan iki büyük ordunun sulh etmesine bunu sebeb yapacakdır) buyurdu. Büyük bir ordu ile Mu’âviyeye “radıyallahü anh” karşı harb edeceği zemân, fitneyi önlemek, müslimânların kanının dökülmemesi için hakkı olan halîfeliği Mu’âviyeye “radıyallahü anh” teslîm etdi.

43 — Abdüllah bin Zübeyr “radıyallahü teâlâ anhümâ”, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hacâmat edilirken çıkan kanını içdi. Bunu görünce, (İnsanlardan senin başına neler gelecek biliyor musun? Senden de insanlara çok şey gelecek. Cehennem ateşi seni yakmaz) buyurdu. Abdüllah bin Zübeyr Mekkede halîfeliğini i’lân edince, Abdülmelik bin Mervan, Şâmdan, Haccâcı büyük bir ordu ile Mekkeye gönderdi. Abdüllahı yakalayıp öldürdüler.

44 — Abdüllah ibni Abbâsın annesine “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” bakıp, (Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zemân bana getir!) dedi. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezân ve ikâmet okuyup, mubârek tükürüğünden ağzına sürdü. İsmini Abdüllah koyup annesinin kucağına verdi. (Halîfelerin babasını al, götür!) dedi. Abbâs “radıyallahü anh”, bunu işitip, gelip sorunca, (Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halîfelerin babasıdır. Onlar arasında seffâh, mehdî ve Îsâ aleyhisselâmla nemâz kılan bir kimse bulunacakdır) dedi. Abbâsıyye devletinin başına çok halîfeler geldi. Bunların hepsi, Abdüllah bin Abbâsın soyundan oldu.

45 — Birgün, (Ümmetim arasında, râfızî denilen çok kimseler meydâna gelecekdir. Bunlar, islâm dîninden ayrılacaklardır) buyurdu.

46 — Eshâbından çok kimseye hayr düâlar etmiş, hepsi kabûl olunarak fâidelerini görmüşlerdir.

Alî “radıyallahü teâlâ anh” diyor ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” beni Yemene kâdî [Hâkim] olarak göndermek istedi. Yâ Resûlallah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”! Ben kâdîlik yapmasını bilmiyorum dedim. Mübârek elini göğsüme koyup, (Yâ Rabbî! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasîb eyle!) buyurdu. Bundan sonra bana gelen şikâyetçilerden doğru olanı hemen anlar, hak üzere hükm ederdim.

47 — Resûlullahın Cennete gideceklerini müjdelediği on kimseye (Aşere-i mübeşşere) denir. Bunlardan Sa’d bin ebî Vakkâsa “radıyallahü anh” Uhud gazâsında, (Yâ Rabbî! Bunun oklarını hedeflerine ulaşdır ve düâlarını kabûl eyle!) dedi. Bundan sonra Sa’dın her düâsı kabûl oldu ve her atdığı ok düşmâna isâbet etdi.

48 — Amcasının oğlu Abdüllah bin Abbâsın “radıyallahü teâlâ anhümâ” alnına mübârek ellerini koyup, (Yâ Rabbî! Bunu dinde derin âlim yap, hikmet sâhibi eyle! Kur’ân-ı kerîmin bilgilerini kendisine ihsân eyle!) buyurdu. Bundan sonra, bütün ilmlerde ve bilhâssa tefsîr, hadîs ve fıkh bilgilerinde zemânının bir dânesi oldu. Sahâbe ve tâbi’în herşeyi bundan öğrenirlerdi. (Tercümân-ül-Kur’ân), (Bahr-ül-ilm) ve (Reîs-ül-Müfessirîn) ismleriyle meşhûr oldu. İslâm memleketleri bunun talebeleri ile doldu.

49 — Hizmetçilerinden Enes bin Mâlike “radıyallahü teâlâ anh”, (Yâ Rabbî! Bunun malını ve çocuklarını çok eyle. Ömrünü uzun eyle, Günâhlarını afv eyle!) düâsını yapdı. Zemân geçdikçe, malları, mülkleri çoğaldı. Ağaçları, bağları her sene meyve verdi. Yüzden ziyâde çocuğu oldu. Yüzon sene yaşadı. Ömrünün sonunda, yâ Rabbî! Habîbinin benim için yapdığı düâlardan üçünü kabûl etdin, ihsân etdin! Dördüncüsü olan günâhların afv edilmesi acabâ nasıl olacak deyince, (Dördüncüsünü de kabûl etdim. Hâtırını hoş tut!) sesini işitdi.

50 — Mâlik bin Rebî’aya “radıyallahü teâlâ anh” (Evlâdın bereketli olsun!) diyerek düâ buyurdu. Seksen oğlu oldu.

51 — Nâbiga ismindeki meşhûr şâir şi’rlerinden birkaçını okuyunca, arablar arasında meşhûr olan (Allahü teâlâ dişlerini dökmesin) düâsını söyledi. Nâbiga yüz yaşına gelmişdi. Dişleri ak ve berrak, inci gibi dizilmiş dururdu.

52 — Urve bin Cu’d “radıyallahü teâlâ anh” için, (Yâ Rabbî! Bunun ticâretine bereket ver!) buyurdu. Urve diyor ki, bundan sonra yapdığım ticâretlerin hepsi kârlı oldu. Hiç zarar etmedim.

53 — Kendi kızı Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhâ”, birgün yanına geldi. Açlıkdan benzi sararmışdı. Elini onun göğsüne koyup, (Ey açları doyuran Rabbim! Muhammedin kızı Fâtımayı aç bırakma!) buyurdu. Fâtımanın hemen yüzü kanlandı, canlandı. Ölünceye kadar hiç açlık duymadı.

54 — Aşere-i mübeşşereden Abdürrahmân bin Avfa bereket ile düâ etdi. Malı o kadar çoğaldı ki, dillerde destân oldu.

55 — (Her Peygamberin düâsı kabûl olur. Her Peygamber, ümmeti için dünyâda düâ etdi. Ben ise, kıyâmet günü ümmetime şefâ’at izni verilmesi için düâ ediyorum. İnşâallah düâm kabûl olacak. Müşrik olmayanların hepsine şefâ’at edeceğim) buyurdu.

56 — Mekkede ba’zı köylere gidip îmân etmeleri için çok uğraşdı. Kabûl etmediler. Yûsüf Peygamber “aleyhissalâtü vesselâm” zemânında Mısrda görülen kıtlık gibi sıkıntı çekmeleri için düâ etdi. O sene oralarda öyle kıtlık oldu ki, leş yidiler.

57 — Amcası Ebû Lehebin oğlu Uteybe, Resûlullahın “aleyhissalâtü vesselâm” dâmâdı olduğu hâlde, Resûlullaha îmân etmedi ve O serveri “sallallahü aleyhi ve sellem” çok üzdü. Mubârek kızı Ümmü Gülsüm hâtunu boşadı. Çirkin şeyler söyledi. Buna çok üzülüp, (Yâ Rabbî! Buna köpeklerinden birini musallat eyle!) buyurdu. Uteybe, Şama ticâret için giderken bir gece arkadaşlarının arasında yatıyordu. Bir arslan gelip arkadaşlarını koklayıp bırakdı. Sıra Uteybeye gelince, kapdı parçaladı.

58 — Bir kimse, sol eliyle yemek yiyordu. (Sağ el ile yi!) buyurdu. Sağ kolum hareket etmiyor diyerek yalan söyledi. (Sağ elin artık hareket etmesin!) buyurdu. Ölünceye kadar sağ elini ağzına götüremez oldu.

59 — Acem pâdişâhı Hüsrev Pervîze îmân etmesi için mektûb gönderdi. Alçak Hüsrev, mektûbu parçaladı ve getiren elçiyi şehîd eyledi. Resûl aleyhisselâm bunu işitince, çok üzüldü ve (Yâ Rabbî! Benim mektûbumu parçaladığı gibi, onun mülkünü parçala!) buyurdu. Resûlullah hayâtda iken Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Ömer “radıyallahü teâlâ anh” halîfe iken, acem memleketinin temâmını müslimânlar feth edip, Hüsrevin nesli de, mülkü de kalmadı.

60 — Resûl aleyhisselâm, çarşıda emr-i ma’rûf ve nehy-i münker ederken, nasîhat verirken, Mervanın babası olan Hakem bin Âs ismindeki alçak, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” arkasından gelerek, gözlerini açıp kapar ve yüzünü buruşdurur, böylece alay ederdi. Resûl aleyhisselâm, arkaya dönüp, onun bu çirkin hâlini görünce, (Kendini gösterdiğin şeklde kal!) buyurdu. Ölünceye kadar, yüzü gözü oynak kaldı.

61 — Allahü teâlâ, Habîbini belâlardan korurdu. Ebû Cehl, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” en büyük düşmanı idi. Büyük bir taşı mübârek başına vurmak için kaldırdıkda, Resûlullahın iki omuzunda birer yılan görerek taş elinden düşdü ve kaçdı.

62 — Kâ’be-i muazzama yanında nemâz kılarken, yine alçak Ebû Cehl, tam zemânıdır diyerek, bıçakla üzerine yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçdı. Arkadaşları, niçin korkdun dediklerinde, Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe atacaklardı. Bunu müslimânlar işitip, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sorduklarında, (Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı) buyurdu.

63 — Hicretin üçüncü senesinde, Resûl aleyhisselâm (Katfân) gazvesinde, bir ağaç dibinde yalnız yatarken, Da’sûr isminde bir pehlivan kâfir, elinde kılınçla gelip, seni benden kim kurtarır dedi. Resûlullah, (Allah kurtarır) dedikde, Cebrâîl ismindeki melek, insan şeklinde görünüp, kâfirin göğsüne vurdu. Yıkılıp kılınç elinden düşdü. Resûl aleyhisselâm, kılıncı eline alıp, (Seni benden kim kurtarır?) dedi. Beni kurtaracak, senden dahâ hayrlı kimse yokdur diye yalvardı. Afv buyurup, serbest bırakdı. Îmâna gelip, çok kimselerin de îmâna gelmesine sebeb oldu.

64 — Hicretin dördüncü senesinde, (Benî Nadîr)de, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yehûdîlerin kale dıvarları altında Eshâbı ile konuşurken, bir yehûdî büyük bir değirmen taşını yukarıdan atmak istedi. Taşa elini uzatınca, iki eli çolak oldu.

65 — Hicretin dokuzuncu senesinde uzaklardan akın akın gelip îmân ediyorlardı. Âmir ile Erbed isminde iki kâfir, gelenler arasına katılıp, Âmir Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” îmâna geldiklerini söylerken, Erbed arkaya geçip kılıncını kınından çıkarmak istedi. Eli tutmaz oldu. Âmir, karşıdan, ne duruyorsun diye işâret edince, Resûl aleyhisselâm, (Allahü teâlâ, ikinizin zararından beni korudu) buyurdu. Oradan ayrıldıklarında, Âmir Erbede, niçin sözünde durmadın dedi. O da, ne yapayım ki, kaç kerre kılıncı çekmek istedim. Hep seni ikimizin arasında gördüm, dedi. Birkaç gün sonra hava açıkken ansızın bulutlar kapladı. Erbede yıldırım düşerek devesi ile birlikde öldü.

66 — Resûl aleyhisselâm, birgün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkdi. İçinden bir yılan düşdü. Sonra kuş mesti yere bırakdı. Bugünden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu.

67 — Resûl aleyhisselâm gazâlarda ve çöllerde, kendini muhâfaza için Eshâbından bekçiler ayırmışdı. Mâide sûresindeki, (Allah seni insanların zararından korur) meâlindeki 67. ci âyet-i kerîme gelince, bundan vazgeçdi. Düşmânlar arasında yalnız dolaşır, yalnız yatar, hiç korkmazdı.

68 — Enes bin Mâlikde “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bir mendili vardı. Bununla mübârek yüzünü silmişdi. Enes, bununla yüzünü siler, kirlendiği zemân, ateşe bırakırdı. Kirler yanıp, mendil yanmaz, tertemiz olurdu.

69 — Bir kuyunun suyunu kova içinden içip kalanını kuyuya dökdüler. Kuyudan her zemân misk kokusu çıkardı.

70 — Utbe bin Firkadin “radıyallahü anh” bedeninde kurdeşen [Urtiker] denilen hastalık çıkdı. Resûl aleyhisselâm, onu soyup ve kendi mübârek ellerine tükürüp, elleriyle gövdesini sıvadı. Hasta şifâ buldu. Bedeni, misk gibi kokardı. Bu hâl uzun zemân devâm etdi.

71 — Selmân-ı Fârisî “radıyallahü teâlâ anh”, hak din aramak için, Îrândan çıkıp çeşidli memleketleri dolaşmağa başladı. Benî Kelb kabîlesinden bir kervân ile Arabistâna gelirken Vâdi’-ul kurâ denilen mevkide hâinlik edip bir yehûdîye köle diye satdılar. Bu da, akrabâsı, Medîneli bir yehûdîye köle olarak satdı. Hicretde Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Medîneye teşrîflerini işitince, çok sevindi. Çünki, kendisi nasrânî âlimi idi. En son rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, âhir zemân Peygamberinin Arabistânda zuhûr edeceğini işitmiş ve kendisine, o âlim, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” vasflarını öğretmiş, Onun hediyye kabûl edip, sadaka kabûl etmediğini, iki omuzu arasında mühr-ü nübüvvet olduğunu ve pek çok mu’cizeleri olduğunu Selmâna “radıyallahü anh” bildirmişdi. Selmân-ı Fârisî, Resûlullaha sadakadır diyerek hurma getirdi. Resûlullah onlardan hiç yimedi. Hediyyedir diye bir tabakda yirmibeş kadar hurma getirdi. Resûlullah ondan yidi. Bütün Eshâb-ı kirâm da yidiler. Yinilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Resûlullahın bu mu’cizesini de gördü. Ertesi gün bir cenâze defninde mühr-ü nübüvveti görmek arzû etdi. Resûlullah, bunu anlayıp mübârek gömleğini sıyırarak mühr-i nübüvveti gösterdi. Selmân “radıyallahü anh” hemen îmâna geldi. Birkaç sene sonra 300 hurma ağacı ile binaltıyüz dirhem altın ödemek şartı ile âzâd edilmesine söz kesildi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bunu işitdi. Mubârek elleri ile ikiyüzdoksandokuz hurma ağacı dikdi. Ağaçlar o sene meyve vermeğe başladı. Birini Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dikmişdi. Bu ağaç meyve vermedi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, bunu çıkarıp mübârek elleri ile tekrâr dikdi. Bu da hemen meyve verdi. Bir gazâda, ganîmet alınan, yumurta kadar altını Selmâna “radıyallahü teâlâ anh” verdiler. Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” gelip, bu gâyet azdır. Binaltıyüz gram çekmez dedi. Mübârek ellerine alıp tekrâr Selmâna verdi. Bunu sâhibine götür dedi. Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da, Selmâna kaldı “radıyallahü anh”.

72 — Resûl aleyhisselâm, nemâz kılarken şeytân gelip nemâzını bozmak istedikde, mübârek elleri ile yakaladı. Bir dahâ gelip nemâzı bozdurmıyacağına dâir ondan söz alıp serbest bırakdı.

73 — Medînedeki münâfıkların reîsi olan Abdüllah bin Übey bin Selûl, öleceğine yakın Resûlullahı çağırdı. Arkanızdaki gömleği bana kefen yapınız diye yalvardı. Her istenileni vermek âdeti olduğu için, gömleğini ihsân eyledi. Cenâze nemâzını dahî kıldı. Medînede bulunan bin münâfık, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bu ihsânına hayrân kalıp, hepsi îmâna geldiler.

74 — Kureyş kâfirlerinden Velîd bin Mugîre, Âs bin Vâil, Hâris bin Kays, Esved bin Yagûs ve Esved bin Muttalib, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” cefâ ve eziyyet etmekde başkalarından aşırı gidiyorlardı. Cebrâîl aleyhisselâm gelip, (Seninle alay edenlere cezâlarını veririz...) meâlindeki Hicr sûresinin 95. ci âyetini getirip, Velîdin ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna, dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işâret etdi. Velîdin ayağına bir ok batdı. Çok kibrli olduğundan, eğilerek oku çıkarıp atmak, kendine ağır geldi. Demiri topuk damarına batıp, siyatik hastalığına yakalandı. Âs’ın ökçesine diken batdı. Tulum gibi şişdi. Hârisin burnundan devâmlı kan geldi. Esved bir ağaç altında neş’eli otururken, kafasını ağaca vurup, diğer Esved de, âmâ olup, hepsi helâk oldular.

75 — Devs kabîlesinin reîsi Tufeyl, hicretden önce, Mekkede îmâna gelmişdi. Kavmini îmâna da’vet için Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bir alâmet istedi. (Yâ Rabbî! Buna bir âyet ihsân eyle) buyurdu. Tufeyl, kabîlesine gidince, iki kaşı arasında bir nûr parladı. Tufeyl, yâ Rabbî! Bu alâmeti yüzümden giderip başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden ba’zısı, kendi dinlerinden çıkdığım için cezâlandırıldığımı zannederler dedi. Düâsı kabûl olup, nûr yüzünden gitdi. Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı. Kabîlesindekiler zemânla îmâna geldiler.

76 — Medînede Benî Neccâr kabîlesinden hüsn-ü cemâl sâhibi bir kadın vardı. Bir cinnî buna âşık olup, dâimâ gelirdi. Resûl aleyhisselâm Medîneye geldikden sonra, birgün bu cinnî, kadının evinin önündeki dıvarda otururken, kadın onu tanıdı. Niçin bana gelmez oldun dedi. Cin, Allahü teâlânın Peygamberi “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zinâyı ve bütün harâmları yasak etdi, dedi.

77 — (Bi’ri Ma’ûne) denilen muhârebede kâfirler verdikleri sözü bozarak yetmiş Sahâbeden bir, ikisi hâric hepsini şehîd etdiler. Bunlar arasında Ebû Bekrin “radıyallahü anh” kölesi iken âzâd etdiği ve ilk îmân edenlerden Âmir bin Füheyreyi “radıyallahü teâlâ anh” süngülediklerinde, kâfirlerin gözü önünde, melekler onu göke kaldırdılar. Bunu Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdiklerinde, (Onu Cennet melekleri defn etdiler ve rûhu Cennete çıkarıldı) buyurdu.

78 — Sahâbeden Hubeyb bin Adiyi “radıyallahü anh”, kâfirler yakalayıp Mekkeye götürdüler. İ’dâm etdiler. Kâfirler görsün de sevinsinler diyerek sehbâdan indirmediler. Kırk gün sehbâda kaldı. Bedeni çürüyüp, kokmadı. Hep taze kan akdı. Resûlullah, bunu haber alarak, onun cesedini getirmek üzere, Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esvedi “radıyallahü anhümâ” gönderip gece ağaçdan aldılar. Medîneye getirirken, arkalarından yetmiş atlı yetişdiler. Bu iki müslimân, kendilerini korumak için Hubeybi yere bırakdılar. Yer yarılıp Hubeyb gayb oldu. Kâfirler bu hâli görüp, döndüler, gitdiler.

79 — Sa’d bin Muâz “radıyallahü teâlâ anh”, Uhud gazâsında yaralandı. Bir zemân sonra vefât etdi. Nemâzında yetmişbin meleğin bulunduğunu Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber verdi. Kabri kazılırken, her tarafa misk kokusu yayıldı.

80 — Hicretin yedinci senesinde Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Habeş pâdişâhı Necâşîye ve Rum imperatörü Herakliyusa ve Acem pâdişâhı Husreve ve Bizansın Mısrdaki vâlîsi Mukavkase ve Şâmdaki vâlîsi Hârise ve Umman Sultânı Semâmeye mektûblar göndererek, hepsini îmâna da’vet etdi. Mektûbları götüren elçiler, gitdikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri söylemeğe başladılar.

81 — Sahâbenin büyüklerinden Zeyd bin Hârise “radıyallahü teâlâ anh” uzak bir yere gidiyordu. Kirâ ile tutduğu katırcısı, tenhâ bir yerde bunu öldürmek istedi. İzn isteyip iki rek’at nemâz kıldı. Sonra üç kerre (Yâ Erhamerrâhimîn) dedi. Her birini söylerken (onu öldürme) sesi geldi. Dışarıda adam var sanarak, katırcı dışarı çıkıp içeri girdi. Üçüncüsünde, elinde kılınç bulunan bir süvâri içeri girip katırcıyı öldürdü. Sonra Zeyde dönerek, sen Yâ Erhamerrâhimîn düâsına başlarken, ben yedinci gökde idim. İkincisini söylerken birinci göke yetişdim. Üçüncüsünde yanınıza geldim, dedi. Bunun, melek olduğunu anladı.

82 — Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zevcelerinden Ümmü Selemenin “radıyallahü teâlâ anhâ” âzâd etdiği Sefîne ismindeki sahâbî, Resûlullahın hizmetinden hiç ayrılmazdı. Rumlara karşı yapılan gazâda askerden ayrılıp kâfirlere esîr düşdü. Kaçıp gelirken karşısına korkunç bir arslan çıkdı. Ben Resûlullahın hizmetcisiyim deyip başından geçenleri arslana anlatdı. Arslan, buna yüzünü gözünü sürüp, yanında yürüdü. Düşmândan bir zarar gelmesin diye yanından ayrılmadı. İslâm askeri görülünce, dönüp gitdi.

83 — Cehcâh-i Gaffârî isminde birisi halîfe Osmâna “radıyallahü teâlâ anh” isyân etdi. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” her zemân elinde taşıdığı asâyı dizi ile kırdı. Bir sene sonra, dizinde Şir pençe [Anthrax] hastalığı hâsıl olarak ölümüne sebeb oldu.

84 — Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” Şâmdan hacca gelip, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Medînedeki minber-i şerîfini bereketlenmek için Şâma götürmek istedi. Minberi yerinden oynatdıklarında, güneş tutuldu. Her taraf kararıp, yıldızlar göründü. Bu arzûsundan vaz geçdi.

85 — Uhud gazâsında Ebû Katâdenin “radıyallahü teâlâ anh” bir gözü çıkıp yanağı üzerine düşdü. Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” getirdiler. Mübârek eli ile gözünü yerine koyup, (Yâ Rabbî! Gözünü güzel eyle!) dedi. Bu gözü, diğerinden güzel oldu. Ondan dahâ kuvvetli görürdü. Ebû Katâdenin torunlarından biri halîfe Ömer bin Abdülazîzin yanına gelmişdi. Sen kimsin? dedi. Bir beyt okuyarak, Resûlullahın mübârek eli ile gözünü yerine koymuş olduğu zâtın torunu olduğunu bildirdi. Halîfe bu beytleri işitince, kendisine ziyâde ikrâmda ve ihsânda bulundu.

86 — Iyâs bin Seleme diyor ki, Hayber gazâsında, Resûlullah beni gönderip Alîyi istedi “radıyallahü anhümâ”. Alînin gözleri ağrıyordu. Elinden tutup, güçlükle getirdim. Mübârek parmaklarına tükürüp, Alînin gözlerine sürdü. Sancağı eline verip, Hayber kapısında döğüşmeğe gönderdi. Çok zemândır açılamıyan kapıyı Alî “radıyallahü anh” yerinden sökerek, Eshâb-ı kirâm kal’aya girdiler.

Molla Abdürrahmân Câmînin “rahime-hullahü teâlâ” (Şevâhid-ün-nübüvve) kitâbında ve Yûsüf-i Nebhânînin (Huccetullahi alel-âlemîn) kitâbında, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dahâ nice mu’cizeleri yazılıdır. (Şevâhid-ün-nübüvve), fârisîdir. [(Hakîkat Kitâbevi) tarafından fârisîsi ve türkçe tercemesi 1415 [m. 1995] de basdırılmışdır.]

Developed by jtemplate